1940 senesinin 12 Temmuzunda Hacı Müslim Efendi ve Şakire Hanımefendinin evlatları olarak Şanlıurfa da dünyaya gelir. İlköğrenimini Şanlıurfa Cumhuriyet İlkokulunda, Ortaokul dâhil lise son sınıfa kadar Şanlıurfa Lisesinde okurken, son sınıfta öğretmeni ile tartışmasından dolayı okuldan ayrılmak zorunda kalır. Son sınıfı okumak için Kahramanmaraş’a gider. İleride “7 Güzel Adam” olarak tanınacak arkadaşları ile orada tanışır. 1959’da Ankara’da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne kaydolur. İkinci sınıfta umduğunu bulamaz okuldan ayrılır. 1962’de Nuri Pakdil’in ricası ile okula döner. 1972’de mezun olur. Ömrünü eğitime sanata ve edebiyata adar. Öğretmenliğe Uşak İmam Hatip Lisesinde başlar. Öğretmenlikteki son görev yeri Ankara Fen Lisesidir.
Lise yıllarında yazıları Urfa Demokrat Gazetesinde yayımlanır. Urfa’da bir grup arkadaşı ile “Derya” isimli bir gazete çıkarırlar. Ankara’da Salih Özcan’ın çıkardığı Hilal Dergisinin 1962-64 müessese müdürlüğünü yapar. Bir kısım yazıları bu dergide yayımlanır. 1964-1969 yıllarında Türk Ocaklarında önce Müze ve Kütüphane sonra Merkez Müdürlüğü yapar. Bu dönemde başta Türk Yurdu olmak üzere, Türk Ruhu, Filiz, fedai, Orkun, Oku, Defne, Yeni İstiklal gibi dergi ve gazetelerde şiir ve yazıları yayınlanır. Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in Büyük Doğu Mecmuasında da şiir ve yazıları yayınlanır. Büyük Doğu Mecmuasının kendisinin fikir dünyasına annelik ettiğini hayatı boyunca savunduğu bütün fikirlerini Büyük Doğudan özümlediğini adeta bir anneden süt emdiği gibi emdiğini açıklar.
“Anamı sorarsan büyük doğudur.
Batı ki sırtımda paslı bıçaktır.”
1969’da Deneme ve Oyun Yazarı Nuri Pakdil öncülüğünde Kahramanmaraş Lisesinden beraber oldukları; Erdem Bayazıt, Alaaddin ve Rasim Özdenören kardeşler ile birlikte Edebiyat Dergisini kurarlar. Aralık 19676’da Erdem BAYAZIT, Ersin Nazif Gündoğan, Mehmet Akif İNAN, Alaaddin Özdenören, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu ve Hasan Seyithanoğlu ile Mavera’yı kurarlar. Mavera Dergisinde Edebiyat ve Medeniyet arasında sürekli bir ilgi kurulmaya çalışılmış bu doğrultuda yazılar yayımlanmıştır. Mavera 163. Sayı yayınlandıktan sonra 1990’da kapanmıştır. Kendi sahasında en uzun ömürlü dergidir.
1977’den itibaren Yeni Devir ve Milli Gazetede Akif Reha, Mehmet Reha ismi ile günlük yazılar yazmıştır. İlk eseri “Edebiyat ve Medeniyet Üzerine” 1972’de, İlk şiir kitabı “Hicret” 1974’de yayımlandı. Eğitim Enstitüleri için yazdığı ders kitabı “Yeni Türk Edebiyatı” 1977’de, Denemeleri “Din ve Uygarlık Kitabı” 1985 de Son şiir kitabı “Tenha Sözler” 1991’de yayımlandı. Vefatından sonra kurucusu olduğu Eğitim-Bir-Sen Eserlerini kitaplaştırarak yayımlamıştır.
1969 ile 1972 yılları arasında Ankara’da Türk Taşıt Sendikasında uzman olarak çalışmış buradan elde ettiği tecrübeleri ışığında 1992’de Eğitimciler Birliği Sendikasını, kurmuş. Bu süreçte memurların diğer iş kollarında da örgütlenmesine destek vererek 1995’te Memur-Sen Konfederasyonunu kurdu. İnsan merkezli sendikal anlayışı benimsemiş, sendikanın ilkelerini şu sözlerle ifade etmiştir: “Hangi düşüncede, hangi fikir kampında olursa olsun, onun bir insan olarak kabul edilmesi lazım ve inancından dolayı horlanması, kınanması, ayrı muamelelere tabi utulmaması lazımdır. İsterse benim inancımın tam zıddı olsun. Ben ona hak ve hayat tanınmasının da kavgacısıyım.” Sendikal mücadeleyi vefatına kadar sürdürmüştür. 1999 Haziran ayında Ankara’da bir miting sonunda soğuk algınlığı ve zatürre teşhisi ile hastaneye kaldırılmış. Sonradan akciğer kanseri olduğu tespit edilmiştir. Altı ay içerisinde giderek erimiş.
“Yaslasam gövdemi karlı dağlara
Sonsuz bir uykuya kavuşsam bir gün”
Diyen Çağın Soylusu bir ramazan gecesi 6 Ocak 2000 tarihinde Şanlıurfa’da Hakkın rahmetin kavuşmuş, Harran Kapı Aile kabristanına defn edilmiştir… (Rabbimiz merhamet eyleye)
Mücadeleci Ruh:
Kendisi anlatıyor: Çocukluğumda çok duygusal, içine dönük romantik biriydim. Biraz da inatçılığım vardı. Bir hayli de kavgacı idim.
Arkadaşları bu sözler üzerine kendisine “Sendikal mücadelede içinde barındırdığı mücadeleci ruhun nereden geldiği belli oluyor.” Derlerdi.
Toplantı Adabı ve Sorumluluk:
Özellikle Yönetim Kurulu toplantılarında bir önceki toplantı kararlarının üzerinden geçer. Eksikler üzerinde istişareler ederdi. Yüklenilen görevlerin gerçekleştirip gerçekleşmediğine bakarak görev bilincinin önemini gösterirdi. Toplantıya katılanlardan muhakkak notlar alınmasını isterdi. Bunun verimliliği artıracağına inanırdı. Kısa yoldan ve emek vermeden hedefe ulaşmak isteyenleri yanına yaklaştırmaz onlar da kısa sürede bu durumu görür uzaklaşırlardı. Bu tipler onun için birer “hımbıl” idiler.
Sıhhiye’de bulunan Genel Merkez Binasında özel bir mesele görüşülürken bir arkadaşları içeri girer. Bir müddet dinledikten sonra söze dâhil olarak daha önce hazırlandığı malum olmak üzere, Sendikal çalışmalar için neler yapmaları gerektiğini içeren 7-8 maddelik bir kâğıt çıkarıp okumaya başlar. Mehmet Akif İNAN o meşhur kartal pozisyonunu alarak (iki kollarını yana kaldırıp ellerini masanın üzerine koyar gözlerini muhatabının gözlerine dikerdi) gürledi:-Sen! bunları bana sayma! Sen! Bunların hangisini yapacaksın bana onu söyle!
Sözü kesilmiş olmanın kızgınlığı ve mahcubiyet ile arkadaşları okuduğu kâğıdı cebine geri koyar. Çünkü listedekilerden hiçbir maddeyi yapacak durumda değildir.
İslam ve Tebliğ:
Şiir ve yazılarında İslam izlerini hep görürsünüz. Der ki: “Evet, İslam’ın bütün hassasiyetini, estetik kanunları kullanmaya; ama onu içimin süzgecinden geçirerek ona yeni bazı unsurlar eklemeye gayret göstererek kurmaya çalıştım.” Müslüman odur ki, bütün eyleminin, rüyalarının bile hesabını yüz akıyla vermeye kalksın. İşte Müslüman budur.
“Tebliğ bilmeyen kişilere yapılır bu işin şuuruna ermiş olanlara, işi bilenlere değil.” Derdi.
Mehmet Akif İnan sendika başkanı ve bir lider olması yanında aynı zamanda manevi yönden de iyi bir örnek idi: Namaz vakileri geldiği zaman, abdestini alır, beyaz takkesini takar ve namazını eda ederdi. Çoğu zaman Nurettin Sezen’e “Nurettin Hocam imamlığı sen yap” der ve cemaat ile namaz kılmaya önem verirdi. Yalnız imamlık yapmazdı.
Hata ve İkaz: “Bir insan ilimi sahibi de olsa; mürit de, şeyh de olsa hata yapabilir, yanlış yollara sapabilir. İster âlim ister cahil; ister şeyh ister mürit olsun hatayı fark eden sorumluluk yüklenmiş olur. O kişi usulüne göre hatanın giderilmesinden sorumludur.” Derdi.
Hayaller: Kıyısından geçilen bir nehir, göl beğendiği bir yer gördüğü zaman hemen bir çiftlik kurar; orada hayvan yetiştirir, dışardan bir şey satın almaya ihtiyaç duymadan çiftliğin ürünleri ile geçimini sağlar ve okumaya vakit ayırırdı. Arkadaşları artık onun bu hayallerini çok yakından bilirdi. Hayvanlara karşı sevgisi çok fazla idi. Tavukları vardı fakat işlerinin yoğunluğundan onlara bakmayı da unuttuğu olurdu. Bu sebeple çalıştığı okulun müstahdeminin oğlu ile anlaşmıştı. Tavuklara bakacaktı yemi Mehmet Akif İnan alacak yumurtası öğrencinin olacaktı. Yüreği Anadolu dolu olan bir insanın taşıdığı bütün hayalleri taşıyordu. 5 kilo süt veren keçilerden bahseder, çiftliğin hayallerini çoğaltırdı.
Eylem ve Şiir: Nazif Gürdoğan’dan: “Şiir ve serüven elele gider. Ancak onun şiiri serüvenle değil, eylemle elele giderdi. Bu yüzden en verimli yıllarını sendika çalışmalarına verdi. Onun gönlü sendikacılıkta değil eylemdeydi. Tıpkı Nuri Pakdil gibi “Eylem yapıyorum öyleyse varım” derdi.
Bu ülke halkının ve bu ülke insanın düzlüğe çıkmasının sendikal mücadele ile eşdeğer olduğunu, sendikal mücadele ile başarıya ulaşacağına inanıyor ve söylüyordu. Buna inanmasam bu kadar meşakkate katlanmam çekilir bir köşeye yazar, çizer ve rahat bir hayat sürerim. Diyordu.
Sendikal kazanımlarımızı bu öngörü üzerinden değerlendirdiğimiz zaman ne kadar haklı olduğu ortaya çıkıyor. Siyasetin bir türlü çözemediği kılık kıyafet düzenlemesini Sivil itaatsizlik Eylemlerimiz ile çözdüğümüzü düşünüyorum.
Alaaddin Özdenören’den: Hocam! Sizin şiirlerinizi, birkaçı hariç, hiçbir kalıba sokamıyorum. Vezin yok, kafiye yok. Mısralar ve beyitler arasında anlam uyumsuzlukları var. Bir şiiri içinde hem realist, hem sürrealist, hem romantik ve hem de idealist olan tanımlamalarınız var. Füzeyle aya çıkıyorsunuz sonra da yaya olarak yere iniveriyorsunuz. Çorak araziden uçak kaldırıyorsunuz gibi geliyor bana.
Mehmet Akif İnan istifini bozmadan cevap veriyor: İşte, benim şiirim budur.
Vefatından önce yaptığı son konuşması:
“Memur-Sen sendikacılıkta örnek bir hale gelmiştir ama yine de benim gözümde istediğim yerde değildir. Amacımız toplu sözleşme masasına oturmaktır. Ben bunu görüyorum. Her birinizden konfederasyonun genel başkanı imiş gibi çaba göstermenizi istiyorum.
Benim esas ilacım sizlerin duasıdır. Takdir neyse o olur. Öte dünyada nasıl hesap veririz, yüz akı ile acaba bu yolculuğa çıkar mıyız bilemiyorum ve benim bu konularda korkum vardır. Hepinizden ayrı ayrı helallik diliyor; Ben de sizlere hakkımı helal ediyor teker teker kucaklıyorum.”
Kudüs Şairi Çağın Soylusu ve Büyük Doğu’nun Oğlunu vefatının sene-i devriyesinde rahmetle anıyor ve okuyucularımızı Kudüs tadında Mescid-i Aksa şiirinin son kıtası ile selamlıyorum.
Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Götür Müslümana selam diyordu
Dayanamıyorum bu ayrılığa
Kucaklasın beni İslâm diyordu…..
Mehmet Akif İnan ve değerleri üzerine kaleme alınmış çok güzel, samimi ve içten bir yazı okurken o günlerle bu günleri değerlendirmeye kalkınca düşündüm de Mehmet Akif İnan özellikle son senelerdeki sendikacılığı görse ne yapardı?
Belki de çarka uyum sağlar küpünü dolduranlarla beraber olurdu ki bu bilinmez ama kötü örnekleri çok olduğu için büyük ihtimalle olabilir. Bence bu çarpık düzene karşı deyip yeniden bir mücadele başlatırdı...…