Harb Hiledir
Kureyş ile Gatafan kabileleri Medine'yi kuşatmış halka gelen erzak yolunu kesmişlerdi. Benî Kureyza da içerden Müslümanların arkasında hazırlık yapıyordu. Fitne ortalığı kaplamıştı. Münafıklar boş durmuyordu. İçlerinde gizlediklerini açığa vurup şöyle diyorlardı: "Muhammed bize, Kisrâ ve Kayser'in hazinelerine sahip olacağımızı vadediyor. İşte bugünkü durumumuz. Bizler ihtiyaç için tuvalete gitmekten bile korkar hale geldik” Kalplerinde hastalık olanlar ortalığı bu şekilde fitneye verdiler. Beni Kureyzâ'nın yapacağı baskında kadınlarına, çocuklarına ve evlerine zarar geleceğini düşünerek guruplar halinde ayrılmaya başladılar. Bu kuşatma yirmi gün kadar sürdü. Her iki tarafta da açlık, sefalet baş gösterdi. Atları, develeri ölmeye başladı. Soğuktan askerler dahi kırılmaya yüz tuttu. ." Durum gittikçe zorlaşıyor, savaş Müslümanların aleyhine gelişiyor gibi bir hal alıyordu.
Resûl-i Ekrem (s.a.s) Efendimiz devamlı Rabbine sığınarak: “Allah’ım! Senden bana vadettiğin yardımı istiyorum! Allah'ım! Senden bana vadettiğin yardımı istiyorum..." diye duâ ediyordu.
Bu en hassas zamanda Allah’ın yardımı ile Müslümanlar lehine bir gelişme oldu. Şöyle ki: Düşman saflarında yer alan Gatafan Kabilesinden Nuaym ibn-i Mesut gelerek, Müslüman olduğunu, Peygamberimize hizmet etmek istediğini bildirdi. Bu gelişme Hz. Muhammed (s.a.s)’e her şeyi değiştirecek bir hamle imkânı verdi. Nuaym İbn-i Mesut Peygamberimizin emri ile önce Benî Kurayza Yahudilerine gitti ve onlara; “Siz Medine’de bulunduğunuz hâlde, anlaşmayı bozup müşriklere yardım ediyorsunuz. Müşrikler galip gelseler de, yenilseler de Mekke’ye dönecekler, geri dönünce sizin hâliniz ne olacak? Hiç olmazsa müşrik ordusuna gidin içlerinde ileri gelen bir kısım kimseyi rehin olarak yanınıza alın ki, böyle bir durumda müşrik ordusu size yardımcı olsun.” dedi.
Oradan ayrılıp hemen düşman ordusuna giden Nuaym, Ebu Süfyan’ın yanına varıp; “Benî Kureyzâ Yahudileri Müslümanlarla tekrar anlaşmışlar size yardım etmekten vazgeçmişler. Burada ise durum iyice güçleşti. Erzak bitti, asker zor durumda! Hatta Benî Kureyzâ Yahudileri sizden bir kısım kimseyi rehin isteyip Müslümanlara teslim edeceklerini söylemişler. Eğer böyle bir şey teklif ederlerse kabul etmeyin. Size yazık olur.” dedi. Benî Kureyzâ Yahudileri rehine isteyince Nuaym’ın dediklerinin doğruluğuna inanan Ebu Süfyan, Yahudilerin isteklerini kabul etmedi. Benî Kureyzâ Yahudileri de; “Nuaym’ın dediği doğru imiş.” diyerek müşriklere cephe aldılar. Hatta Ebu Süfyan’ın birleşerek hücum yapmak isteğini de Kabul etmediler. Araları açıldı.
Kuşatma uzadıkça müşriklerle müttefikleri, bu durumdan usandılar. İslâm ordusunun yılmadan yaptığı müdafaa karşısında çaresiz kalıp perişan oldular. O sırada birden bire soğuk ve şiddetli bir fırtına çıktı. Düşmanın ordu merkezi alt üst oldu. Gece karanlığı basınca, rüzgârın şiddetiyle her şeyin darmadağın olduğunu gören düşman, dehşete kapıldı. Müşrik ordusunun başı Ebu Süfyan, daha fazla dayanamayıp çekilmeye karar verdi. “Ben geri dönüyorum.” diyerek Mekke’nin yolunu tuttu. Paniğe kapılan ordusu da her şeyini bırakarak savaş meydanını terk etti. Bütün güçleriyle her türlü zorluğa katlanarak Allah yolunda cihat eden Eshab-ı kirama, Allah’ın (c.c) yardımı ulaştı ve düşmanları perişan oldu.
Bu hâdise, Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle bildirilmektedir:
“Ey iman edenler! Allah’ın size şu lütfunu hatırlayın: Üzerinize düşman ordusu gelmişti de onların üzerine şiddetli bir fırtına ve göremediğiniz bir ordu göndermiştik. Allah bütün yaptıklarınızı görmekte idi.
Yukarınızdan ve sizden aşağıda bulunan bölgeden üzerinize gelmişlerdi; korkudan gözler kaymış, yürekler ağızlara gelmişti; bu esnada Allah hakkında olmadık zanlara kapılmakta idiniz.
İşte o zaman müminler büyük bir imtihan geçirdiler ve adamakıllı sarsıldılar.”
Yine o zaman münafıklar ve kalplerinde bozukluk bulunanlar, “Allah ve resulünün vaadleri bizleri aldatmaktan ibaretmiş!” demişlerdi.
Onlardan bir grup, “Ey Medineliler! Sizin işiniz burada durmak değildir, hemen dönün” diyorlardı. Onlardan bir bölük de, aslında açıkta olmadığı halde, “Evlerimiz açıkta ve korumasız” diyerek peygamberden izin istiyorlardı; bunların istediği kaçmaktan başka bir şey değildi.
Medine’nin her tarafından saldırıya uğrasalardı da kendilerinden bozgunculuk yapmaları istenseydi (evlerini düşünmez) hiç vakit geçirmeden hemen ona koşarlardı.
Hâlbuki bunlar daha önce ayrılıp dönmeyeceklerine dair yeminle Allah’a söz vermişlerdi ve Allah’a verilen sözün yerine getirilmesi gerekirdi.
Onlara şunu söyle: “Ölümden veya öldürülmekten kaçsanız bile bu kaçış size bir fayda vermeyecektir. Kaçıp kurtulmanız halinde de bundan çok az faydalanabileceksiniz.”
Şunu da söyle: “Allah sizin için bir kötülük dilese Allah’a karşı sizi kim koruyabilecektir? Veya hakkınızda bir rahmet murat etse (kim engelleyecektir)?” Bu durumda Allah’tan başka kendilerine ne bir velî ne de bir yardımcı bulabileceklerdir.
İçinizden engelleyicileri ve size karşı nekeslik (cimrilik) içinde arkadaşlarına, “Bize katılın” diyenleri Allah çok iyi bilmektedir. Zaten bunların pek azı savaşa gelir. Tehlike yaklaştığında ölümden dolayı kendinden geçip gözü kaymış kimse gibi sana baktıklarını görürsün, tehlike geçince de hayra karşı nekeslik içinde size sivri dillerini uzatırlar. Bunlar gerçekte iman etmemişlerdir, Allah da onların yaptıklarını geçersiz saymıştır. Bunu yapmak Allah için çok kolaydır.
Düşman birliklerinin hâlâ çekip gitmediklerini zannederler. Düşman bir daha geldiğinde ise size ait haberleri uzaktan almak üzere çöllerde dağınık yaşayan bedevîlerin arasında bulunmayı arzularlar. Zaten aranızda da bulunsalardı savaşa çok az katılırlardı.
(Ahzâb sûresi: 9-10-11…20)
Peygamber efendimiz de bu zafer karşısında Allahü Teâlâ’ya hamt ve şükür ederek, Eshâbına; “Artık nöbet sizindir. Bundan sonra Kureyş sizin üzerinize gelemez.” buyurdu.
Hendek Gazâsında müşriklerden dört kişi öldü. Müslümanlardan beş kişi şehîd verildi. Peygamber efendimiz harp sahasından Medine’ye dönünce, silâhlarını çıkarmadan hemen savaşın en nazik ânında ihanet eden Benî Kureyzâ Yahudilerinin üzerine hareket emri verdi.
Devam edeceğiz inşaAllah...
Kaynaklar:
-Yeni Rehber Ansiklopedisi
-Temel İslam Ansiklopedisi (TDK)
-Kuran’ı Kerim Meal (Diyanet İşleri)