Müslümanların Medine’deki durumlarının sağlamlaştırılarak yerleştirilmelerinden sonra, toplum tedricen Tevhidi Kanun (Şeriat) temeline göre düzenlenmeye başladı.
Toplumun yiyecek-içecek, evlenme, ticaret, suç ve ceza, savaş ve barışla ilgili meseleler, sosyal ve ahlaki yapısı yavaş yavaş Kuran’ı Kerim’in hükümlerine bağlandı. Artık Hz. Muhammed (s.a.s) Medine Halkının tartışılmaz lideri, hükümdarı, hâkimi ve komutanıdır. İslam’ın bireysellikten toplum olmaya dönüştüğü bu süreçte toplumsal olarak uyulması gereken kurallarla birlikte toplumu ve insanı İslam eden ibadetlerin de Allah tarafından emredildiği görülür.
Oruç
Hicretin ikinci yılında, yetişkin her Müslümanın Ramazan ayında oruç tutması farz kılındı. Bu emir Kuran-ı Kerimde “Ey iman edenler!.. Sizden evvelki ümmetlere yazıldığı gibi, sizin üzerinize de oruç yazıldı (farz kılındı). Ta ki, korunasınız." (Bakara, 2/183) ayeti ile bildirildi.
Peygamberimiz "Oruç insanı Cehennem ateşinden koruyan bir kalkandır. Tıpkı sizi harpte ölüme karşı muhafaza eden bir kalkan gibi." (Nesâî, Savm, IV, 167) buyurarak orucun ehemmiyetini açıklamıştır.
Oruç İbadeti mükellefi her türlü şehvetten alıkoyan ve ihlâsı artıran bir ibadettir. Açlığa, susuzluğa ve nefsin diğer arzularına karşı direnmek oldukça önemlidir. Allah Teâlâ (c.c)'ya iman eden ve O'nun dini uğruna cihada karar veren müminler; oruç ibadeti ile kuvvetli bir iradeye sahip olurlar.
Hicrî takvim ayın hareketlerine göre değiştiği için, her yıl diğerine nispetle on veya on bir gün önce gelir. Dolayısıyla insan bazen kışın eksi yirmi derecede, bazen yazın kırk derecede oruç tutar. Bu bir anlamda mükellefin "Dondurucu bir soğukta ve kavurucu bir sıcakta dahi; Allah Teâlâ'nın emirlerini eda etmeye hazırım" taahhüdünde bulunmasıdır.
Ayrıca bir ay süre ile Allah Teâlâ (c.c)'nın rızasını kazanmak için, nefsinin bütün şehvetlerini terk etmesi oldukça önemli bir hadisedir.
Oruç ibadetine riyanın karışması da mümkün değildir. Nitekim bir hadis-i şerifte; orucun ve oruçlunun mahiyeti şu şekilde ortaya konulmuştur:
"Oruç bir kalkandır. Oruçlu kötü (kem) söz söylemesin. Kendisiyle itişmek ve dalaşmak isteyene iki defa "Ben oruçluyum" desin ve uymasın. Ruhum yed-i kudretinde olan Allah Teâlâ (c.c)'ya yemin ederim ki; oruçlu ağzın (açlık) kokusu, Allah indinde misk kokusundan daha temizdir. Cenab-ı Hak buyurmuştur ki: 'Oruçlu kimse benim rızam için yemesini, içmesini ve cinsi arzularını bırakmıştır. Oruç doğrudan doğruya bana edilen (riya karışmayan) bir ibadettir. Onun sayısız sevabını da, doğrudan doğruya ben veririm.'
Hâlbuki başka ibadetlerin hepsi on misliyle ödenmektedir." (Sahih-i Buharî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi, VI, 248, Hadis no: 897).
Zekât
Zekât anlamına bakıldığında kelime anlamı olarak “artma, çoğalma” anlamlarına gelmektedir. Dinimizde ise zekât dinen zengin kabul edilen ve belirli miktarda mala sahip olan Müslümanların mallarından belirli bir pay alınması ve Kur’an-ı Kerim’de belirtilen sekiz sınıftan birisine veya birkaçına verilmesidir.
“Bunlar; fakirler, miskinler, zekât toplamakla görevlendirilen memurlar, müellefe-i kulûb adı verilen kalpleri İslam’a ısındırılmak istenen kimseler, esaretten kurtulacaklar, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış olanlardır.” (Tevbe, 9/60).
Hicretin ikinci yılında Allah’ın Emri ile zekât farz kılındı. Toplum içerisinde zengin fakir kardeşliğinin tesisi için yeryüzünde en mükemmel sistem olan Zekât sistemi ile Medine’de var olan Muhacir ve Ensar kardeşliği zirveye ulaştı.
Kâbe’nin Kıble Oluşu
Müslümanlar Mekke’de iken de Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya yönelerek namazlarını kılarlardı. Peygamberimiz (s.a.s) İsra hadisesinden önce de Mekke devri boyunca ibadetlerini Kudüs'e doğru yönelerek yapmış, namazda Mescid-i Aksa'yı kıble edinmişti. Medine’ye geldiklerinde Allah Resulü kıblelerini Kâbe’ye çevirmekle emrolundu. Bu durum, İsrailli peygamberlerin çağının Hz. Muhammed (s.a.s)’in gelmesi ile sona erdiğinin açık bir işareti idi. Artık Kâbe’nin bütün Müslümanların dini merkezi olarak tesisinin tam zamanı idi.
Bir ikindi namazı sırasında Allah Teâlâ, Kâbe’ye doğru yönelmesini emretti. Kudüs’e doğru yönelerek başlanan bu namaz Kâbe’ye yönelerek tamamlandı. Bu olayın geçtiği yerde yapılan mescit, bugün “Mescid-i Kıbleteyn”, yani iki kıbleli mescit diye anılmaktadır. Bu hadise ile alakalı olarak, Rabbimiz Peygamberimize şöyle buyurdu.
“(Ey Muhammed!) Biz senin çok defa yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini) görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle), yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzünüzü hep onun yönüne çevirin. Şüphesiz kendilerine kitap verilenler, bunun Rabblerinden (gelen) bir gerçek olduğunu elbette bilirler. Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir.“(Bakara 144)
Artık Kıble Kâbe’dir
Kaynaklar:
1-Encyckkopaedia of Seerah (Siret ansiklopedisi)
2-İslam Ansiklopedisi (TDK)
3-Kuran’ı Kerim Meal (Diyanet İşleri)