-Oğlum koş ibriği yetiştir.
Koşa koşa gölgede ağaç yapraklarının arasına sarılmış olan İbriği alır giderdik. Su içilecekse bakır tas ile ikram ederdik, ayakaltına bir taş alınmış ve üstüne kollar ve paçalar sıvanıp hal alınmış ise ibriğin altından diğer elimizle tutarak abdest verirdik büyüklerimize. Biz abdesti ve namazı elleri şerha şerha yarılmış analarımızdan, nenelerimizden ve aslan gibi yürüyen babalarımızdan öğrendik idi. Abdestsiz namaz olmaz. Namazsız islam olmazdı.
Tarlaların umut olduğu yıllara rastlar bizim çocukluğumuz. Çok çalışılıp çok mahsul alınamadığı, harmanlarımızın ekin yığınları ile ve samanlıklarımızın tıka basa samanlarla dolmasına rağmen kış bitmeden samanlarımızın bittiği, Nenelerimizin analarımızın artık evde pişirecek bir şey bulamayıp bostandaki yaprakları bitip sadece üst yumrusu kalmış olan lahanaların yumrularını da bıçakla keserek yemek yaptığı yokluk zamanlarına. Aslında belki de adamlığımız. Şimdi düşünüyorum da adamlığı bile o günlerde öğrenmişiz biz. Çalışmayı çocuk olmamayı, eve aş için bir şeyler getirmeyi, pancar, mantar toplamayı, kışın zor olduğunu, bir zeytini dört kere katık etmeyi ekmeğe. Işıksız gecelerin içinde korkarak birbirimize sarılarak uyumayı. Kardeşliği ve paylaşmayı korkuları da. Hakikaten üşümeyi, ıslanmayı, yağmurlu havalarda lastik ayakkabılarımızın topuklarından kestiğimiz lastik parçaları ile ateş yakmayı. Aç kalmayı. Yabandan karın doyurmayı belki de. Kavanozların içine azık diye konulan ekşi-pekmez-yoğurdu ağaç dallarından yaptığımız çatalların ucuna ekmeklerimizi takarak modern insanlar gibi yemek yemeyi de.
Sabah namazı ile başlardı günler bizde. Adam olanın üzerine güneş doğmazdı. Anlamazdım ki. Niye ki yani güneş doğduğunda adamlar hep ayakta idi ve üzerlerine doğuyordu. Sonradan anladım Adamlığın sabah namazına kalkarak güneşin üzerine doğmak olduğunu. Namazdan sonra gün başlardı hızlı, yorucu çok da can sıkıcı. Kimi tarla, kazmaya, çapaya, ekmeye, biçmeye mevsim ve gün ne gerektiriyorsa. Okul çağında olanlar kış ise sobalık odunları kucaklayıp okul bohçasını sırtına sararak okula, yaz ise hayvanları gütmeye, daha küçükler kaz gütmeye, daha küçükler zaten beşiklerde. Mevsimi geldiğinde her mısır tarlasında birkaç kardeş ateş böceği idik, sabahlara kadar gürültü çıkararak domuzların tarlaya zarar vermesini engellemeye çalışan korkusuz yürekli çocuklar. Yani akşam olunca gün bitmezdi. Gece yeni bir iş ile işlenirdik paslanmayalım diye belki de?....
Bazı akşamlar camimizde çok fazla ışık yanardı normal günlerden farklı olarak. Ellerimizden tutmasalar da koşardık camimizin bahçesine. Büyüklerimiz daha bir güzel giyinirdi o gecelerde. Bizi de temiz ederlerdi analarımız. Cemaat kalabalık olurdu. Bizden biraz büyük yaramaz ağabeylerimiz caminin içinde birbirlerinin boyunlarına teşbih atarak şakalaşırlar arka saflarda, Birbirlerinin ayaklarını gıdıklayarak yaramazlık ederlerdi. Büyüklerimiz dönüp kızarlardı hem de ne kızmak. Her zamankinden farklı okurdu Hoca Efendi o gece okuduklarını. Anlatırdı gecenin mübarekliğini. Derdi ki: Allah bu gecelerde affeder kulunu çokça namaz kılın çokça af dileyin çokça dua edin. Allah bize el verdi ayak verdi, göz verdi, bunların bir tanesinin bile şükrünü eda edemezdik. Günahkârdık hepimiz ve Allah’tan af dilemeli idik. Anlamazdım ki bu koşturmacanın içinde insanlar hangi ara günah işleyip de suçlu oluyorlardı da bir de Allah’tan af dilemeli idiler. Kızıyordum Hoca Efendiye. Deli mi ne idi. Kimse günah işlemiyordu işte herkes çalışıyordu hem de yemek ve namaz molası haricinde her anı dolu dolu çalışıyordu ve kimse günah işleyecek zaman bulamıyordu ki.
Camide çok fazla yanan ışıkların bal mumu olduklarını öğrendim yaramaz abilerimizden. Çaktırmadan ateşini söndürüp mumu cebine atıyordu bazıları. Sonra da onları sakız gibi çiğniyorlardı. Kandil demek bizim için temiz giyinmek, güzel abdest almak, camiye gidip kuran dinlemek ve Allah’ımızdan af dilemek idi bir de balmumu çalmak.
Şimdi kandil şöyle sanki: Niyet ettim kandil mesajı atmaya "kes-kopyala-yapıştır ve gönder. Elhamdülillah bu kandili de idrak ettik. Uykuya.
Şöyle demiştim bugün için:
Nerede o eski kandiller diye başlayan bir hikâye mi yazsa idik ki? Bugüne ait. Akşam ile Yatsı namazı arasında okunan Yasin ve mevlid-i şerif dinlerken caminin içine konan balmumundan mumları aşırıp sakız yaptığımız ile ilgili .(Yaşlandık sanırım ama güzel yaşlandık)
Günümüz gündüzümüz geceniz kandilimiz ve üç aylarımız mübarek 12 aylarımız her anımız mübarektir Rabbimiz her günümüzü Regaip-beraat ve kadir eylesin. Ömrünü heba etmeden Rabbin rızasına uygun yaşayabilmek duası ile….
Esselamün aleyküm……
Allah razı olsun abi "Bizi"anlatmışsın
Nihat Abim teşekkür ederim... Sizlerin daha güzel anıları vardır dilimiz döndüğü kadar yazmaya çalışıyorum. Sizin övgüleriniz benim için onurdur..
Çok güzel olmuş abem emeğine, eline, kalemine sağlık
1980 öncesi köyde doğup çocuklugu köyde geçmiş insanlarin hayatında kandil cami ve hayati güzel anlatmışsın kardeşim. ..