Gara Emmim bir tosunla geldi. Sesini duyduğum zamanki sevincimi ömür boyu taşırım yüreğimin bir köşesinde hep.
Ailemiz köyde idi. Geçimimiz de, işimiz aşımızda köyde. Köyün yetişkin erkekleri eli iş tutmaya başlayınca eğer okula gitmedi ise gurbete giderdi. Kimi tuğla kiremit fabrikasına, kimileri başka şehirlerde iş bulur bir zaman sonra çocuklarını da alır giderdi yanına. Babam da Samsun’da işe girmişti. Azot Sanayiinde işçi olarak çalışıyordu. Haftalık izinlerinde köye gelirdi. Yolunu beklerdik besbelli.
Babam ikisi yetim altı çocuklu dul bir kadının 3 oğlundan ”Gara” olanı idi. Ortancası. Çok çalışkan, hareketli, ele avuca sığmaz, yürürken bir yukarı çıkar başı bir aşağı, sanırsınız tahterevallide salınır. O kadar çalışkan ki; Şehirden köye geldiği zaman nerede iş varsa oraya koşar. El atar, oraksa orak, çapa ise çapa yapar. Asla yoldan geldim şöyle bir yatıp dinleneyim demezdi. Herkes ona “Gara” derdi. Bir adının olduğunu bile çok sonraları öğrendim Baba’mın, Şehre bizi de götürüp küçük iki odalı bir ev tutunca. Onu tanıyanların Miktat Abi diye seslendiklerinde belki de.
Şehirde eline geçen ne varsa köye getirirdi. Amcam başımızda ailemiz kalabalık. İş çok işleyecek güç yok. Herkes bir işin ucundan tutmak zorundadır o günlerde. Küçük veya çocuk olması önemli değil. Muhakkak yapılacak bir iş bulunur. Az ayaklanmış yürümeye başlamış ağzı laf eder olmuşsa ona da iş buyrulur:
-Kardeşinin beşiğini salla emi guzum….. Daha dikçe olanlar kaz gütmeye, biraz daha iriceler mal gütmeye, daha büyükler okula, daha büyükler işe başka şehirlere, gurbetlere…..
Sevinçle cama koştum. Babam gelmiş muhteşem bir şey. Bir de tosun getirmiş. Bir çocuğun sevinebileceği ne kadar sevinç var ise hepsini belki daha fazlasını yüreğime doldurarak koştum. Kapının önüne germeçlerden çakılmış ağıla sokuyorlardı “Gırboğa”yı. Babam öyle demişti. Bunun adı “Gırboğa” Ağılda 27 tosun vardı Gırboğa ile 28 oldu. Daha önce alınan tosunlar birbirine alıştıkları için bu yeni gelene pek bir sevimsiz yaklaşıyorlardı. Hatta sıra ile gelip boynuzları ile onu rahatsız ediyorlardı. Öyle ki sevincim kursağımda kalacak kadar. “Kocakarın” diye bir tosunumuz vardı. O çok hantal içlerinde en cesaretsiz olanı, o bile Gırboğa’yı süsmüş. Korkutmuştu.
İçeri girdim. Anneme dedim ki:
-Ana bütün tosunlar bizimkini kaktı. Anam hamurlu ellerini hamur leğeninin içinden çıkarmadan, kafası ile kafama dokundu.
-Guzum hepsi bizim değil mi tosunların?
-Babam getirdi ya ama….
-O da alışır onlara kakar hadi sen git bak onlara dedi.
Koşarak cama gittim gene. Bir de ne göreyim. Gırboğa ağılın bir kenarında diğerleri karşı kenara sıkışmışlar. Gırboğa ortaya doğru geliyor, Eşiniyor, Böğürüyor. Nasıl sevindim. Hemen herkese muştu verdim. Çocuk yüreğimde sevinci kendimi uçuracak kadar yüksek yaşayarak…..
Köy yerinde kurbanlık için mal toplamak karlı fakat zorlu bir iş idi. Sanırım aile kalabalık olduğu, erkek çocuklar da mal peşine gidecek, mala bakacak kadar büyüdüğü için, Amcam ve Babam bahar aylarının başlarında başka köylerden, mal pazarlarından nispeten zayıf ve daha ucuz beslenebilir mallardan alırlar köye getirirlerdi. Soğuk günler geçince bu kez köyün yaylasına kelik, ağıl yapılır. Mallar yaylaya (tepe) çıkarılırdı. İş kolay olsun diye de iki-üç aile ortak çıkardı. Böylece gün içinde her aileden bir veya iki kişi malları güdebilirdi.
Mallar sabah ezanı ile kaldırılır, ağıllardan salınır. Gecenin çiy düşmüş çayırlarında sıcak bastırana kadar yayılırlar. Sonra hem sıcaktan hem buğenek sineğinden korunmak için ormana salınır, ormanda yaprak yer, ot yer. Öğleye doğru suya inilir. Sulanır. Gölgelerde ikindi vaktine kadar istirahat edilir. Bu çobanlar için de fırsattır. Sohbet eder, oyun oynar, suya girip yüzer, suda mallarını yıkar veya uyur. Sıcağın etkisini azaltmaya başladığı ikindi saatlerinde hayvanlar da artık ufak ufak kımıldanmaya başlarlar. Kalkılır yeniden bu kez tersi bir durum oluşur. Önce ormana, akşam serinliğine de yazıya. Hava kararınca ağıla. Bu kurban bayramına kadar böyle devam eder.
Bu süreçte ben Tepe’de olduğum sürece Gırboğa’ya elik otları yolup besliyor onunla yakından ilgileniyordum. En çok bana alışmıştı ben de çok seviyordum. Çok da iyi beslenmişti. Bir gün Tepe’deki Keliğimizi ve ağılımızı söktük. Köye iniyorduk. Kurban Bayramı yaklaşmıştı. Tosunlar satılacaktı. Babam Samsun’dan arkadaşlarını getirmişti. Gırboğa’yı beğendiler. Tosunlar yulara ve insan alışkın olmadıkları için kaçıyorlar, zor yakalanıyorlardı. Gırboğa da kaçtı. Ben yakaladım, boynuna yularını bağladım. Bana alıştığı için sakinleşti. Başkası tutunca deliriyordu.
Babam dedi ki;
-Oğlum Tosunu Samsun’a sen götür. Önce Kavak İstasyonuna indik. Oradan bir kamyonun arkasına bindirdik. Gene rahat durmadı. Yanına çıktım. Samsun’a kadar yanında geldim. Kurbanı alan Yaşar Abiler ( Yaşar Behram GENÇTÜRK) Baruthane’de (Şimdiki Amisos Kafe’nin Yanı) oturuyordu. Oraya çıkardım. Gösterdikleri yere bağladım. Oradan da evimize geldim.
Yaşar Abi Demiş ki:
Kavaklı (Babamın lakabı arkadaşları arasın Kavaklı) kurbanı sen kesersin, gelirken çocuğu da getirirsen iyi olur.
Kurban Bayram Sabahı gittik. Gırboğa’yı sevdim çok sevdim. O kadar sevdim ki severken ağladım. Sonra yularından tutup çektim. Sakince geldi. Yatırdık. Ellerimle beslediğim, sevinçlerin zirvesine çıktığım, ömrümün ilk büyük mutluluklarının yaşamama vesile olan, arkadaşım Gırboğam tekbirler ile kurban edildi.
Ben ağladım………
O gün anlattı Rahmetli Babam Hz. İsmail’in Hz. İbrahim tarafından kurban adanmasını. Dedi ki; Oğul her kurban, Her kesenin İsmail’idir. Belki Rabbimiz Koç’u göndermese idi. Her Baba en sevdiğini kurban edecekti. Böyle bir adet oluşacaktı. Kurban Allah’a yaklaşmak, sevdiklerine, malına ve ahiretine karşı senin canının ibadetidir. Ve ekledi Üzülme….
Üzüldüm henüz 10 yaşında kadardım belki de 11……. Üzgündüm ama yapmamız gereken bir işimiz daha vardı. Kendi kurbanımızı kurban etmek….
-Yaşar Abi bizi bırakın dedi Babam. Yoksa bizimki (annem için bizimki derdi) kızmaya başlamıştır. Hadi oğlum dedi. Gidelim.
Çocuktum en çok Babamın yanında yürümeyi seviyordum, onun gibi salına salına yürümeye çalışırken yetişemeyip peşinden koşmayı. Ona yardım etmeyi. Kendimi kocaman biri sanıyordum. Hayat küçük kalmayı değil işe yaramayı öğretiyordu hem bize. Yani biz küçükken çok küçükken küçük olmamayı, küçük kalmamayı, “adam olmayı da öğrenmiştik, adanmayı da…..
Zaten Kurban adanmak değil mi idi Allah’a?
Bu vesile Mübarek Kurban Bayramımızın hayırlara vesile olmasını, önce mazlumlar olmak üzere İslam âleminin ve tüm insanlığın kurtuluşuna vesile olmasını Rabbimizden niyaz ediyorum.
Cengiz Güven Abim Fahrettin Abim teşekkürler ederim. Hayırlı bayramlarımız olsun hep birlikte inşallah..
eline saglık güzel olmus
Teşekkür ederim Abim..
Kardeşim tebrik ederim.güzel yazmışsın. Akıcı olmuş zevkle okudum.hayırlı bayramlar diliyorum.eline gönlüne sağllık