Karabağ sorununun tarihi, uluslararası ilişkiler, jeopolitik ve uluslararası hukuk boyutları ile ele alınıp müzakere edildiği sempozyumun ilk gününde saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın ardından açılış konuşmalarını yapmak üzere sırasıyla TBMM Başkanı Prof. Dr. Mustafa Şentop ve İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mahmut Ak, Marmara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erol Özvar söz aldı. Açılış konuşmalarının ardından, sempozyum oturumlarla devam etti.
“Kafkaslar, Anadolu’nun Cümle Kapısıdır”
Açılış konuşmalarını yapmak üzere söz alan Marmara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erol Özvar Azerbaycan ve Ermenistan arasında yaşanan Karabağ sorununu tarihsel olarak anlatarak konuşmasına başladı:
“Kafkaslar Anadolu’nun cümle kapısıdır. Tarih içinde yaşanan uzun soluklu göçlerde aynı milletin evlatları olarak bizler Anadolu’ya geçerken diğer evlatları da Kafkaslarda kalmışlardır. Azerbaycan Cumhurbaşkanı Sayın Haydar Aliyev’in bir millet iki devlet tespiti bu tarihi gerçekliğe yaslanmaktadır. Kafkas ve Orta Asya Türk coğrafyası bakımından büyük kıyım işgallerle başlamış; Bolşevik İhtilali sonrasında 20. Yüzyılın son on yılına kadar bu durum maalesef değişmemiştir. Sovyetler Birliği zamanındaki rejim bir demografik cebir ile Azerbaycan Türklerine ait Dağlık Karabağ’da Ermenilere mahsus bir bölge teşkil etmek üzere bir yandan Azerbaycan Türklerini göç ve teşhire zorlamış; diğer yandan çok sayıda Ermeni’yi bölgede iskana teşvik etmiştir. Rusların bölgenin nüfus dokusunu parçalayarak tatbikata koyduğu politikası 90’larda savaşla sonuçlanmıştır. Çift kutuplu dünya sisteminin yıkılmasından ve 90’lı yılların başından beri Ermenilerin Karabağ’ın Ermenistan’a iltihak etmesini istemeleri bölgedeki askeri çatışmaları körüklemiştir. Soğuk savaşın sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılması ile Kafkaslarda hürriyet ve bağımsızlık rüzgarları esmiş ve bu süreçte Azerbaycan Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan ederek Mehmet Emin Resulzade’nin bir kere yükselen bayrak bir daha inmez veciz ifadesi gerçek olmuştur.”
“İnsanlığın Vicdanı Onlarca Yıl Kanatılmıştır”
Uluslararası arenada atılan adımların barışçıl çözümler getirmede işe yaramadığını vurgulayan Prof. Dr. Özvar, “Soğuk savaş sonrası Kafkasya jeopolitiği hem bölgenin hem Türkiye’nin güvenliği ve barışı açısından fevkalade önem kazanmıştır. 1991- 1993 yıllarında Ermenistan Azerbaycan toprağı olan Karabağ’ı kanlı bir biçimde işgal etmesi Kafkaslar için beklenen barış ve güven umutlarını kısa zamanda yok etmiştir. Azerbaycan ve Ermenistan devletlerinin Karabağ sorunu için barışçıl bir çözüm bulmalarını teşvik etme amacıyla, 1992 yılında Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı tarafından kurulan AGİD, gerek Karabağ Savaşı sürecinde ve gerekse ondan sonra yaşanan yaklaşık 30 yıllık Ermenistan’ın işgal yıllarında dünya kamuoyunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ve AGİD’in Minsk Grubu’nun işgali bitirmek hususunda tepkisiz, isteksiz tutum ve davranışları not edilmiştir. Her katliam ve tecavüzden sonra tarafları ziyarete giden bu grubun üyeleri taraflara ateşkes ihlalleri yapmama tavsiyelerinde bulunmuşlardır. Bu duyarsız ve son derece yanlı tavırlar mütecavizlere cesaret, masum ve mağdurlara ise acı vermiştir. Birleşmiş Milletler kararları onlarca fiilen kimi devletlerin himayesince yok sayılmış; insanlığın vicdanı onlarca yıl kanatılmıştır. Nitekim 1994 yılında Azerbaycan ve Ermenistan arasında imzalanan ateşkes anlaşmasından sonra bilhassa bölgenin en büyük silahlı gücü Rusya, Ermenistan’ı silahlandırmak suretiyle aslında bölgenin daha da istikrarsızlaşmasına yol açmıştır. Grubun diğer güçlü üyelerinden Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri ise daha çok Türkiye’nin Güney Kafkasya güç dengesi içinde belirleyici rol oynamaması için diplomatik manevra yapmaktan başka bölgesel sorunun barışçıl çözümüne yönelik bir katkıda bulunamamıştır” dedi.
“Türk Askerlerinin Torunları Bir Defa Daha Azerbaycan’ın Yardım Taleplerine Karşılık Vererek Bölgeye Gitmiştir”
Ülkemizin Azerbaycan’ın geçmişten günümüze yaşadığı işgallere verdiği destekleri vurgulayan Prof. Dr. Özvar şunları kaydetti: “102 yıl önce Azerbaycan’a davet edilen Kafkas İslam Ordusundaki görev yapan Türk askerlerinin torunları bir defa daha Azerbaycan’ın yardım taleplerine karşılık vererek bölgeye gitmiştir. Sayın Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere Dışişleri Bakanı ve Milli Savunma Bakanı konuşmalarında Azerbaycan’a en üst düzeyde destek verdi. Bundan sonraki, süreçte de destek vereceğini beyan etti. Azerbaycan’a savaş sırasında verilen destek 10 Aralık 2020 tarihinde Bakü’de yapılan zafer törenine Cumhurbaşkanımızın katılımıyla en üst düzeyde devam etti. Dışişleri Bakanımız Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun ve siyasi parti temsilcilerinin Bakü’ye yaptıkları ziyaretler verilen desteklerin en önemli göstergesidir. İlham Aliyev de Türkiye’ye verdiği destek için her fırsatta teşekkür etmeye devam ediyor. Türkiye’nin Karabağ konusundaki tavrı başta bölge ülkelerinin ve konuyla ilgilenen diğer ülkelerin meseleye bakış açılarının oluşmasında etkili olmuştur. 44 gün süren savaşta 2783 şehit vererek yaklaşık 30 yıldır Ermenistan tarafından işgal altında tutulan Karabağ’daki toprakları kurtarmıştır. Bu vesileyle Azerbaycan devletini kutluyor ve şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Azerbaycan ve Türkiye arasında yıllardır devam eden siyasi, diplomatik ve askeri işbirliği 44 gün süren Karabağ işgalini bitiren bu son savaşta sonucu belirleyicidir. Ortaya çıkan durum bölgenin güvenliği, barışın tesisi ve sürdürülebilirliği konusunda önemli ipuçları vermektedir.”
Azerbaycan ve Türkiye arasındaki işbirliğinin hem bölgemize hem de dünya barışına katkı sağlayacağına olan inancını belirten Prof. Dr. Özvar, “Kafkaslarda iki ülkenin işbirliği kaçınılmaz bir gerçek ve zorunluluktur. Bunun artarak devam etmesi hem ülkelerimize hem bölgemize hem de dünya barışına katkı sağlayacaktır. Bölgesel veya bölge dışı aktörlerin bizim dünyamıza dair sorunların çözümünde olumlu, pozitif katkıları koymak adına son derece çekingen davranmakta oldukları bilinciyle hareket ederek kendi silah savunma sanayimize ve yüksek teknolojiye sahip olma mecburiyetimiz hatırlarda tutularak stratejik planlar üretmek durumundayız. Karabağ’ın kurtarılmasıyla beraber Nahçıvan ile Azerbaycan arasında yüz yıl sonra yeniden karayolu bağlantısı sağlanmıştır. Bu kazanım sadece Nahçıvan - Azerbaycan bağlantısı değil; Türkiye-Azerbaycan ve Türkiye - Türk Dünyası arasında doğrudan bir karayolu bağlantısı sağlanması bakımından son derece stratejik önem ve anlam taşımaktadır” diyerek konuşmasını bitirdi.
“Karadeniz – Hazar Denizi Arasında Stratejik Bir Konuma Sahip Bulunan Karabağ, Azerbaycan’a Ait Kadim Bir Türk Vatanı”
Prof. Dr. Özvar’ın ardından İÜ Rektörü Prof. Dr. Mahmut Ak söz aldı. Karadeniz – Hazar Denizi arasında stratejik bir konuma sahip olan Karabağ’ın, Azerbaycan’a ait kadim bir Türk vatanı olduğunu ve Karabağ’ın Kafkasya’nın merkezinde yer alması nedeniyle bölgede uzun yıllardır gerçekleşen tarihi olaylardan doğrudan etkilendiğini belirterek konuşmasına başlayan Prof. Dr. Ak, "11. yüzyılda Büyük Selçukluların hâkim olmasından sonra bölgeye Oğuz göçleri gerçekleşmiştir. Bilhassa 16. yüzyılın son çeyreğinde Osmanlı Devleti de Kafkasya siyasetinde etkili olmaya başlamıştır. Fatih Sultan Mehmed’in Karadeniz siyaseti kapsamında 1454-1479 yılları arasında yapılan fütuhat ve Sultan II. Bayezid çağındaki fetihler, Kafkasya’da Osmanlı hâkimiyetinin sağlanması yönündeki öncü adımlardır. XVI. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Devleti hemen hemen bütün Kafkasya’yı hâkimiyeti altına almıştır. I. Petro’nun Hazar Denizi’nden Derbent ve Bakü’ye yönelerek bölge üzerine askeri harekât düzenlemesi, Osmanlı Devleti’ni tekrar harekete geçirmiş, Serasker Sarı Mustafa Paşa Ağustos 1725’te Loru ve Genç Ali Paşa’yla birlikte Eylül’de Gence’yi düşman saldırılarından azat etmişlerdir” dedi.
Prof. Dr. Ak, bölgeyi tarihsel perspektifle ele aldığı konuşmasına şu şekilde devam etti:
“Buna karşılık XIX. yüzyıl, Kafkasya tarihi Rusya’nın lehine birçok gelişmelere sahne olmuştur. 1801 yılında Tiflis’i ilhak eden Rusya, Kafkasya’nın bu önemli merkezinde askeri ve idari yapılanmaya giderek, bütün Kafkasya’yı hâkimiyeti altına alacak adımlar atmıştır. Ancak bu durum Karabağ’ın Türk karakterini değiştirmemiştir. 1823 yılı Rus resmi istatistiklerine göre Karabağ’da toplam 642 köyün 487’si Türk köyü idi. Sadece 155 köyde Ermeniler yaşıyordu. Aynı şekilde 1828 yılına kadar Revan’ın nüfusunun %80’i Türk iken, bu tarihten sonra bölgeye Ermeni nüfus sevk edilerek demografik yapının Türkler aleyhine değiştirilmeye çalışıldığı bir süreç yaşanmıştır. Bölgede 1917 sonrasında büyük bir kargaşa dönemi yaşanmıştır. Ermenilerin, Karabağ Türklerine yönelik baskısı karşısında 1918 Eylül ayında Türk Ordusu’nun başlattığı askerî harekât sayesinde bölgede bir katliamın önü alınmış oldu. Ancak Türk Ordusu, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasının ardından bölgeden çekilmek durumunda kaldı. Sovyet Rusya’nın Kafkasya’da yeniden hâkim olmasıyla birlikte, Karabağ’ın Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlı olmak koşuluyla Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi olarak yapılandırıldı. Ermenilerin bölgeyi kaosa sürükleme çabaları 1987-1991 yılları arasında çatışmaya dönüşmüştür. 1987 yılında Çardaklı köyünde başlayan olayların şiddeti giderek artmış, bölgedeki Türklerin önemli bir kısmı Azerbaycan topraklarına göç etmek zorunda kalmıştır.”
“Olaylar Bir İnsanlık Dramına ve Savaş Suçuna Dönüşmüştür”
Bölgede yaşanan olayların giderek insanlık suçlarına dönüştüğünü vurgulayan Prof. Dr. Ak, “Sonunda olaylar bir insanlık dramına ve savaş suçuna dönüşmüştür. 25 Şubat 1992 gecesinde Hocalı kentinde Ermenistan silahlı kuvvetleri büyük bir katliam gerçekleştirdiler. Kadın, çocuk savunmasız insanlar bir günde, kimisi evlerinde yakılarak, katledildiler. Ermenistan eşi görülmemiş bu katliamın ardından Karabağ’ı işgale başladı ve bölgedeki Türk nüfus tamamen boşaltıldı. Çaresizce topraklarını terk eden Karabağlılar, Atayurtlarına yeniden kavuşmayı, büyük bir hasretle ve yaşlı gözlerle beklediler. Bu insanlık suçlarına rağmen, bu saldırıların faillerinden hesap sorulamadığı gibi Bişkek Protokolü ile sağlanan ateşkes, adeta kalıcı bir statüye dönüştürülmeye çalışılmış, Birleşmiş Milletler’e bağlı AGİT Minsk Grubu’nun girişimleri de haksız işgale karşı Azerbaycan’a hiçbir kazanım sağlanamamıştır. Azerbaycan’ın haklılığını teyit eden birçok uluslararası karara rağmen maalesef işgalin barışçıl yollarla çözümlenmesi mümkün olmamıştır. Azerbaycan’ın haklılığını teyit eden kararların başında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin aldığı kararı gelmektedir. Bu karara göre ilk defa Ermenistan saldırgan bir devlet, Dağlık Karabağ yönetimi ise ayrılıkçı bir rejim olarak kabul edilmiştir. Ardından Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 822, 853, 874 ve 884 sayılı kararları, 14 Mart 2008 tarihli Azerbaycan’ın İşgal Edilmiş Topraklarının Durumuna ilişkin BM kararı ve Avrupa Parlamentosu’nun 1 Mayıs 2010 tarihli Avrupa Birliği’nin Güney Kafkasya stratejisinin uygulanması gerektiğine dair 2216 numaralı kararlar hep Azerbaycan’ın haklılığını teyit eden kararlardır” şeklinde konuştu.
“2020 Yılı Karabağ Türklüğü İçin Büyük Bir Zafer Yılı Olmuştur”
Geçmişten günümüze diplomatik olarak atılan adımların yetersiz kaldığını ve bölgedeki sorunu çözmeye yetmediğini ancak 2020 yılının Karabağ Türklüğü için zafer olduğunu belirten Prof. Dr. Ak, “Diplomatik olarak atılan adımlar yetersiz kalmış ve meselenin çözümünü geciktirmiş ve zorlaştırmıştır. Bununla birlikte, 2020 yılı Karabağ Türklüğü için büyük bir zafer yılı olmuştur. Ermenistan tarafından başlatılan saldırılara karşı Azerbaycan’ın yaptığı misillemeler harekâta dönüşmüş, Ekim ayı başında Şuşa’nın ele geçirilmesi, işgal altındaki toprakların kurtarılması yolunda büyük bir adım olmuştur. Nihayet 9 Kasım 2020’de Azerbaycan ve Ermenistan’ın imzaladığı antlaşmayla göre Dağlık Karabağ’ın Ermenistan tarafından işgal edilen Azerbaycan toprakları nihai olarak Azerbaycan’a devredilmiştir” dedi.
“Bu Kadim Türk Yurdu, Azerbaycan Türklerinin Geçmişte Olduğu Gibi Bugün de Yurtları Olmaya Devam Edecektir”
2020 savaşının Azerbaycan Türklerinin yıllar süren oyalamaya karşı vermiş oldukları haklı bir tepki olduğunu dile getiren Prof. Dr. Ak, “Bu kadim Türk yurdu, Azerbaycan Türkleri’nin geçmişte olduğu gibi bugün de yurtları olmaya devam edecektir. Türkiye savaşın başladığı andan itibaren Azerbaycan’ın yanında yer almıştır. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı Sayın İlham Aliyev’in hayata geçirdikleri söylem birliği doğrultusunda her iki ülkenin Dışişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı’nın strateji yönetimi ile bu zorlu süreç zaferle neticelenmiştir. Sayın Meclis Başkanımız Prof. Dr. Mustafa Şentop’un 19-20 Ekim 2020 tarihleri arasında Azerbaycan’a gerçekleştirdikleri ziyaret ve verdikleri mesajlar da “Tek Millet, İki Devlet” şuurunun en güzel nişanelerinden birini oluşturmuştur” dedi.
Prof. Dr. Ak, konuşmasını Meclis Başkanı Prof. Dr. Mustafa Şentop’a ve sempozyuma katılan akademisyenlere teşekkürlerini ileterek bitirdi.
“Türkiye'nin Şu Anda Üretmiş Olduğu Askeri İmkanlar, Teknoloji, Dünyada Çatışmaların, Savaşların Konseptini Değiştirecek Bir Potansiyel Barındırıyor”
İÜ Rektörü Prof. Dr. Ak’tan sonra konuşmalarını yapmak üzere TBMM Başkanı Mustafa Şentop söz aldı. "Güney Kafkasya'da Güç Dengeleri ve Karabağ Sorunu Sempozyumu”nda gündeme dair değerlendirmelerde de bulunan Prof. Dr. Şentop, "Aslında daha önce biraz kısmen Suriye'de, daha sonra Libya'da, ama daha çok Azerbaycan'daki Dağlık Karabağ'daki çatışmada çok net olarak ortaya çıktı ki Türkiye'nin şu anda üretmiş olduğu askeri imkânlar, teknoloji, dünyada çatışmaların, savaşların konseptini değiştirecek bir potansiyel barındırıyor içerisinde ve Azerbaycan'ın başarısında da bu imkânların, bu teknolojinin çok etkili olduğunu bütün dünya kabul etmiş durumda" dedi.
Doğu Akdeniz ile ilgili sempozyumu yapılmadan iki gün önce Azerbaycan ile Ermenistan arasında, Dağlık Karabağ nedeniyle çatışmaların başladığını anlatan Şentop, bugünkü sempozyumun ise çatışmaların sona erdiği, Azerbaycan'ın büyük bir zafer kazandığı bir sürecin sonrasında yapıldığına dikkati çekti.
Dağlık Karabağ sorununun 9 Kasım itibarıyla çözüldüğünü hatırlatan TBMM Başkanı Şentop, Güney Kafkasya'daki, Türkiye'nin etrafındaki bölgede yaşanan sorunlar ve dünyadaki çatışmaların henüz sonlanmadığının da altını çizdi. Aksine bu süreçte bazı sorunların daha da karmaşık hale gelerek devam ettiğini ifade eden Şentop, bugünkü sempozyumda ortaya çıkacak görüşleri de kitaplaştırarak, olayları daha yakından görme imkânı bulacaklarını dile getirdi.
“Tek Millet, İki Devlet”
Türkiye'nin, Azerbaycan'ın haklı davasında başından beri yanında olduğuna dikkati çeken Şentop, sözlerini şöyle sürdürdü: "Gerek ben Azerbaycan'ı bilhassa savaş hukukuna, çatışma hukukuna da aykırı, insanlık suçu mahiyetindeki saldırıların gerçekleştiği önemli merkezlerden birisi Gence'yi de ziyaret ettim. 19-20 Ekim'deki ziyarette desteğimizi fiilen de gösterdik. Dışişleri Bakanımız, Milli Savunma Bakanımız sürekli ziyaretlerini gerçekleştirdiler. Türkiye'nin Azerbaycan'ı bu haklı davasında desteklemesinin sebepleri, gerekçeleri var. Bunlardan birincisi, sürekli ifade ettiğimiz 'tek millet, iki devlet' anlayışı içerisinde birlik beraberliğimizin, dostluğumuzun ve kardeşliğimizin gereğiydi bu destek. Bu sadece bir slogandan ibaret değil, bir türkü sözü değil 'İki devlet tek millet' sözü. Bunun gereğini gerek Türkiye gerekse Azerbaycan her zaman mümkün olan, gerekli olan her ortamda ortaya koymuş ve somut olarak ifade etmişlerdir. Bizim uluslararası bazı toplantılarda Türkiye'den temsilcilerimizin bulunmadığı zamanlarda Türkiye'ye yönelik saldırılara, itirazlara, eleştirilere Azerbaycanlı temsilciler, akademisyenler, siyasetçiler orada bunları kendilerine yapılmış eleştiriler olarak addederek cevap vermişlerdir. Benzer bir şekilde Türkiye her ortamda, Azerbaycan'ın bulunmadığı yerlerde de ona olan desteğini net ve somut bir şekilde kendi meselesi olarak addederek sahip çıkmış ve gerekli cevapları da vermiştir. Bunu birçok ortamda gördük. Yine yakın şekilde zamanlarda Türkiye'nin uluslararası sorunlarında da Azerbaycan'ın net bir şekilde Türkiye'nin yanında durduğunu, bunu her ortamda ifade ettiğini, başta Sayın Aliyev olmak üzere müşahede ettik, gördük. Azerbaycan'a haklı desteğimizin birinci sebebi bu."
“Dağlık Karabağ Tarihen Azerbaycan'a Ait Bir Topraktır”
TBMM Başkanı Şentop, Dağlık Karabağ'ın tarihi bakımdan daima Azerbaycan toprağı sayıldığını vurgulayarak, şöyle devam etti: "Ne kadar geriye gidersek gidelim, İran ile Rusya arasında yapılan anlaşmadan sonra da 19. yüzyılın başlarında Dağlık Karabağ'ın Azerbaycan yönetiminde bir yer olduğu belirlenmiş ve fiilen de uygulamada o şekilde devam etmiştir. Daha sonra Sovyet döneminde hazırlanan anayasada da aynı şekilde Dağlık Karabağ'ın Azerbaycan'a ait bir yer olduğu bir yönetim birimi olduğu açık bir şekilde ifade edilmiştir. Sovyet döneminde de Dağlık Karabağ'ın hiçbir zaman Azerbaycan toprakları dışında bir yönetime sahip olacağına dair bir eğilim, bir uygulama, bir hukuki düzenleme söz konusu değildir. Bu bakımdan geriye dönüp baktığımızda Dağlık Karabağ tarihen Azerbaycan'a ait bir topraktır."
Şentop, hukuken de aynı durum ve haklılığın söz konusu olduğunu, bu konuda Birleşmiş Milletler'in Ermenistan'ın Azerbaycan topraklarında işgalci olduğuna dair 4 kararı bulunduğunu ifade etti. Şentop, AKPM'de buna ilişkin kararlar yer aldığını ve MINSK Grubu'nun yaklaşımının da bu yönde olduğunu anlattı.
Rusya'nın yaklaşımının da görüldüğünü hatırlatan Şentop, şöyle devam etti:
"Malum Ermenistan Rusya'yı kendi yanında bu çatışmaya dahil etmek için bazı hamleler yaptı. Rusya Devlet Başkanı Sayın Putin başta olmak üzere Rusyalı yetkililer çatışmaların Azerbaycan topraklarında gerçekleştiğini, dolayısıyla savunma anlaşmalarının sadece Ermenistan'a bir saldırı olduğu takdirde yürürlüğe gireceğini, bu çatışmada savunma anlaşmaları kapsamı dışında bir durumun olduğunu çok net bir şekilde ifade ettiler. Dolaylı olarak yine hukuken Dağlık Karabağ'ın Azerbaycan toprakları içinde bir yer olduğunu ifade etmek, kabul etmek anlamına geliyordu. Bu bakımdan Türkiye'nin Azerbaycan'a desteğinin ikinci en önemli unsuru, Azerbaycan hem tarihen hem hukuken hem uluslararası hukuk bağlamında haklı bir davanın içerisinde ve Türkiye de dünyadaki nerede olursa olsun bütün ihtilaflarda, çatışmalarda haklı olanın yanında yer almayı bir prensip, bir şiar olarak addetmektedir."
“Ermenistan, Rusya ve Türkiye'yi Çatışmanın İçine Çekmek İstedi”
Şentop, Ermenistan'ın sadece Dağlık Karabağ'da değil, tutumu nedeniyle aynı zamanda bölgedeki bütün ülkelerin durumunu etkileyecek, güvenliğini ve barışını etkileyecek saldırgan bir tutum içerisinde olduğunu kaydetti. Ermenistan'ın bu tutumunu Azerbaycan topraklarında yaptığı saldırıyla da gösterdiğini, Rusya'yı da çatışmanın içine çekmek için gayret gösterdiğini belirten Şentop, "Nahçıvan'a yapmış olduğu saldırılar sebebiyle Türkiye'yi bir şekilde bu çatışmanın içerisine çekmeye yönelik tavırları, tutumları sebebiyle aslında bölge barışı için de bir risk olduğunu, bir tehdit olduğunu açık bir şekilde göstermiştir" dedi.
TBMM Başkanı Şentop, Türkiye'nin bir taraftan Azerbaycan'ın yanında yer alırken bir taraftan da geniş planda bölge barışının devamı yönünde kararlılığıyla da bu süreçte Azerbaycan’ı desteklediğini bildirdi.
Türkiye'nin Azerbaycan ile olan anlaşmaları ve sahip olduğu teknolojik imkânlarla üretmiş olduğu lojistik imkânları da sunduğunu dile getiren Şentop, "Aslında daha önce biraz kısmen Suriye'de, daha sonra Libya'da, ama daha çok Azerbaycan'daki Dağlık Karabağ'daki çatışmada çok net olarak ortaya çıktı ki Türkiye'nin şu anda üretmiş olduğu askeri imkânlar, teknoloji, dünyada çatışmaların, savaşların konseptini değiştirecek bir potansiyel barındırıyor içerisinde ve Azerbaycan'ın başarısında da bu imkânların, bu teknolojinin çok etkili olduğunu bütün dünya kabul etmiş durumda" ifadelerini kullandı.
“Gücünüzün Gölgesi Masaya Düşmedikçe Müzakerelerde Başarı Sağlayamazsınız”
Henry Kissinger'in, "Gücünüzün gölgesi masaya düşmedikçe müzakerelerde başarı sağlayamazsınız." sözünü hatırlatan Şentop, "30 yıldır hep masada devam eden ama bir sonuca ulaşmayan müzakereler, nihayetinde Azerbaycan'ın gücü masaya düştükten sonra bir sonuca ulaşmıştır, ulaştırılabilmiştir" dedi.
Açılış konuşmalarının ardından sırasıyla: ‘Tarihsel Perspektifte Nahçıvan Koridoru’, ‘Küresel Jeopolitik ve Türkiye’, ‘Türk Dış Politikasında Yeni Açılımlar’ , ‘Ermenilerin Tarihsel Kin ve Nefret Söylemlerinin Güney Kafkasya Politiğine Etkisi’ başlıklarıyla açılış oturumu gerçekleştirildi. Açılış oturumunun ardından 1. Oturum, ‘Tarihten Günümüze Güney Kafkasya ve Karabağ’, ‘Dağlık Karabağ Muhtar Vilayetinin Kurulması ve Sovyetler Birliği Dönemindeki Durumu’, ‘SSCB Sonrası Karabağ Sorunu’ ve ‘Güney Kafkasya’da Potansiyel Bir Tehdit: Cehaveti İkinci Bir Dağlık Karabağ Olur mu?’ başlıklarıyla tamamlandı.
“Kafkaslar, Anadolu’nun Cümle Kapısıdır”
Açılış konuşmalarını yapmak üzere söz alan Marmara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erol Özvar Azerbaycan ve Ermenistan arasında yaşanan Karabağ sorununu tarihsel olarak anlatarak konuşmasına başladı:
“Kafkaslar Anadolu’nun cümle kapısıdır. Tarih içinde yaşanan uzun soluklu göçlerde aynı milletin evlatları olarak bizler Anadolu’ya geçerken diğer evlatları da Kafkaslarda kalmışlardır. Azerbaycan Cumhurbaşkanı Sayın Haydar Aliyev’in bir millet iki devlet tespiti bu tarihi gerçekliğe yaslanmaktadır. Kafkas ve Orta Asya Türk coğrafyası bakımından büyük kıyım işgallerle başlamış; Bolşevik İhtilali sonrasında 20. Yüzyılın son on yılına kadar bu durum maalesef değişmemiştir. Sovyetler Birliği zamanındaki rejim bir demografik cebir ile Azerbaycan Türklerine ait Dağlık Karabağ’da Ermenilere mahsus bir bölge teşkil etmek üzere bir yandan Azerbaycan Türklerini göç ve teşhire zorlamış; diğer yandan çok sayıda Ermeni’yi bölgede iskana teşvik etmiştir. Rusların bölgenin nüfus dokusunu parçalayarak tatbikata koyduğu politikası 90’larda savaşla sonuçlanmıştır. Çift kutuplu dünya sisteminin yıkılmasından ve 90’lı yılların başından beri Ermenilerin Karabağ’ın Ermenistan’a iltihak etmesini istemeleri bölgedeki askeri çatışmaları körüklemiştir. Soğuk savaşın sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılması ile Kafkaslarda hürriyet ve bağımsızlık rüzgarları esmiş ve bu süreçte Azerbaycan Cumhuriyeti bağımsızlığını ilan ederek Mehmet Emin Resulzade’nin bir kere yükselen bayrak bir daha inmez veciz ifadesi gerçek olmuştur.”
“İnsanlığın Vicdanı Onlarca Yıl Kanatılmıştır”
Uluslararası arenada atılan adımların barışçıl çözümler getirmede işe yaramadığını vurgulayan Prof. Dr. Özvar, “Soğuk savaş sonrası Kafkasya jeopolitiği hem bölgenin hem Türkiye’nin güvenliği ve barışı açısından fevkalade önem kazanmıştır. 1991- 1993 yıllarında Ermenistan Azerbaycan toprağı olan Karabağ’ı kanlı bir biçimde işgal etmesi Kafkaslar için beklenen barış ve güven umutlarını kısa zamanda yok etmiştir. Azerbaycan ve Ermenistan devletlerinin Karabağ sorunu için barışçıl bir çözüm bulmalarını teşvik etme amacıyla, 1992 yılında Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı tarafından kurulan AGİD, gerek Karabağ Savaşı sürecinde ve gerekse ondan sonra yaşanan yaklaşık 30 yıllık Ermenistan’ın işgal yıllarında dünya kamuoyunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ve AGİD’in Minsk Grubu’nun işgali bitirmek hususunda tepkisiz, isteksiz tutum ve davranışları not edilmiştir. Her katliam ve tecavüzden sonra tarafları ziyarete giden bu grubun üyeleri taraflara ateşkes ihlalleri yapmama tavsiyelerinde bulunmuşlardır. Bu duyarsız ve son derece yanlı tavırlar mütecavizlere cesaret, masum ve mağdurlara ise acı vermiştir. Birleşmiş Milletler kararları onlarca fiilen kimi devletlerin himayesince yok sayılmış; insanlığın vicdanı onlarca yıl kanatılmıştır. Nitekim 1994 yılında Azerbaycan ve Ermenistan arasında imzalanan ateşkes anlaşmasından sonra bilhassa bölgenin en büyük silahlı gücü Rusya, Ermenistan’ı silahlandırmak suretiyle aslında bölgenin daha da istikrarsızlaşmasına yol açmıştır. Grubun diğer güçlü üyelerinden Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri ise daha çok Türkiye’nin Güney Kafkasya güç dengesi içinde belirleyici rol oynamaması için diplomatik manevra yapmaktan başka bölgesel sorunun barışçıl çözümüne yönelik bir katkıda bulunamamıştır” dedi.
“Türk Askerlerinin Torunları Bir Defa Daha Azerbaycan’ın Yardım Taleplerine Karşılık Vererek Bölgeye Gitmiştir”
Ülkemizin Azerbaycan’ın geçmişten günümüze yaşadığı işgallere verdiği destekleri vurgulayan Prof. Dr. Özvar şunları kaydetti: “102 yıl önce Azerbaycan’a davet edilen Kafkas İslam Ordusundaki görev yapan Türk askerlerinin torunları bir defa daha Azerbaycan’ın yardım taleplerine karşılık vererek bölgeye gitmiştir. Sayın Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere Dışişleri Bakanı ve Milli Savunma Bakanı konuşmalarında Azerbaycan’a en üst düzeyde destek verdi. Bundan sonraki, süreçte de destek vereceğini beyan etti. Azerbaycan’a savaş sırasında verilen destek 10 Aralık 2020 tarihinde Bakü’de yapılan zafer törenine Cumhurbaşkanımızın katılımıyla en üst düzeyde devam etti. Dışişleri Bakanımız Sayın Mevlüt Çavuşoğlu’nun ve siyasi parti temsilcilerinin Bakü’ye yaptıkları ziyaretler verilen desteklerin en önemli göstergesidir. İlham Aliyev de Türkiye’ye verdiği destek için her fırsatta teşekkür etmeye devam ediyor. Türkiye’nin Karabağ konusundaki tavrı başta bölge ülkelerinin ve konuyla ilgilenen diğer ülkelerin meseleye bakış açılarının oluşmasında etkili olmuştur. 44 gün süren savaşta 2783 şehit vererek yaklaşık 30 yıldır Ermenistan tarafından işgal altında tutulan Karabağ’daki toprakları kurtarmıştır. Bu vesileyle Azerbaycan devletini kutluyor ve şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Azerbaycan ve Türkiye arasında yıllardır devam eden siyasi, diplomatik ve askeri işbirliği 44 gün süren Karabağ işgalini bitiren bu son savaşta sonucu belirleyicidir. Ortaya çıkan durum bölgenin güvenliği, barışın tesisi ve sürdürülebilirliği konusunda önemli ipuçları vermektedir.”
Azerbaycan ve Türkiye arasındaki işbirliğinin hem bölgemize hem de dünya barışına katkı sağlayacağına olan inancını belirten Prof. Dr. Özvar, “Kafkaslarda iki ülkenin işbirliği kaçınılmaz bir gerçek ve zorunluluktur. Bunun artarak devam etmesi hem ülkelerimize hem bölgemize hem de dünya barışına katkı sağlayacaktır. Bölgesel veya bölge dışı aktörlerin bizim dünyamıza dair sorunların çözümünde olumlu, pozitif katkıları koymak adına son derece çekingen davranmakta oldukları bilinciyle hareket ederek kendi silah savunma sanayimize ve yüksek teknolojiye sahip olma mecburiyetimiz hatırlarda tutularak stratejik planlar üretmek durumundayız. Karabağ’ın kurtarılmasıyla beraber Nahçıvan ile Azerbaycan arasında yüz yıl sonra yeniden karayolu bağlantısı sağlanmıştır. Bu kazanım sadece Nahçıvan - Azerbaycan bağlantısı değil; Türkiye-Azerbaycan ve Türkiye - Türk Dünyası arasında doğrudan bir karayolu bağlantısı sağlanması bakımından son derece stratejik önem ve anlam taşımaktadır” diyerek konuşmasını bitirdi.
“Karadeniz – Hazar Denizi Arasında Stratejik Bir Konuma Sahip Bulunan Karabağ, Azerbaycan’a Ait Kadim Bir Türk Vatanı”
Prof. Dr. Özvar’ın ardından İÜ Rektörü Prof. Dr. Mahmut Ak söz aldı. Karadeniz – Hazar Denizi arasında stratejik bir konuma sahip olan Karabağ’ın, Azerbaycan’a ait kadim bir Türk vatanı olduğunu ve Karabağ’ın Kafkasya’nın merkezinde yer alması nedeniyle bölgede uzun yıllardır gerçekleşen tarihi olaylardan doğrudan etkilendiğini belirterek konuşmasına başlayan Prof. Dr. Ak, "11. yüzyılda Büyük Selçukluların hâkim olmasından sonra bölgeye Oğuz göçleri gerçekleşmiştir. Bilhassa 16. yüzyılın son çeyreğinde Osmanlı Devleti de Kafkasya siyasetinde etkili olmaya başlamıştır. Fatih Sultan Mehmed’in Karadeniz siyaseti kapsamında 1454-1479 yılları arasında yapılan fütuhat ve Sultan II. Bayezid çağındaki fetihler, Kafkasya’da Osmanlı hâkimiyetinin sağlanması yönündeki öncü adımlardır. XVI. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Devleti hemen hemen bütün Kafkasya’yı hâkimiyeti altına almıştır. I. Petro’nun Hazar Denizi’nden Derbent ve Bakü’ye yönelerek bölge üzerine askeri harekât düzenlemesi, Osmanlı Devleti’ni tekrar harekete geçirmiş, Serasker Sarı Mustafa Paşa Ağustos 1725’te Loru ve Genç Ali Paşa’yla birlikte Eylül’de Gence’yi düşman saldırılarından azat etmişlerdir” dedi.
Prof. Dr. Ak, bölgeyi tarihsel perspektifle ele aldığı konuşmasına şu şekilde devam etti:
“Buna karşılık XIX. yüzyıl, Kafkasya tarihi Rusya’nın lehine birçok gelişmelere sahne olmuştur. 1801 yılında Tiflis’i ilhak eden Rusya, Kafkasya’nın bu önemli merkezinde askeri ve idari yapılanmaya giderek, bütün Kafkasya’yı hâkimiyeti altına alacak adımlar atmıştır. Ancak bu durum Karabağ’ın Türk karakterini değiştirmemiştir. 1823 yılı Rus resmi istatistiklerine göre Karabağ’da toplam 642 köyün 487’si Türk köyü idi. Sadece 155 köyde Ermeniler yaşıyordu. Aynı şekilde 1828 yılına kadar Revan’ın nüfusunun %80’i Türk iken, bu tarihten sonra bölgeye Ermeni nüfus sevk edilerek demografik yapının Türkler aleyhine değiştirilmeye çalışıldığı bir süreç yaşanmıştır. Bölgede 1917 sonrasında büyük bir kargaşa dönemi yaşanmıştır. Ermenilerin, Karabağ Türklerine yönelik baskısı karşısında 1918 Eylül ayında Türk Ordusu’nun başlattığı askerî harekât sayesinde bölgede bir katliamın önü alınmış oldu. Ancak Türk Ordusu, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasının ardından bölgeden çekilmek durumunda kaldı. Sovyet Rusya’nın Kafkasya’da yeniden hâkim olmasıyla birlikte, Karabağ’ın Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlı olmak koşuluyla Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi olarak yapılandırıldı. Ermenilerin bölgeyi kaosa sürükleme çabaları 1987-1991 yılları arasında çatışmaya dönüşmüştür. 1987 yılında Çardaklı köyünde başlayan olayların şiddeti giderek artmış, bölgedeki Türklerin önemli bir kısmı Azerbaycan topraklarına göç etmek zorunda kalmıştır.”
“Olaylar Bir İnsanlık Dramına ve Savaş Suçuna Dönüşmüştür”
Bölgede yaşanan olayların giderek insanlık suçlarına dönüştüğünü vurgulayan Prof. Dr. Ak, “Sonunda olaylar bir insanlık dramına ve savaş suçuna dönüşmüştür. 25 Şubat 1992 gecesinde Hocalı kentinde Ermenistan silahlı kuvvetleri büyük bir katliam gerçekleştirdiler. Kadın, çocuk savunmasız insanlar bir günde, kimisi evlerinde yakılarak, katledildiler. Ermenistan eşi görülmemiş bu katliamın ardından Karabağ’ı işgale başladı ve bölgedeki Türk nüfus tamamen boşaltıldı. Çaresizce topraklarını terk eden Karabağlılar, Atayurtlarına yeniden kavuşmayı, büyük bir hasretle ve yaşlı gözlerle beklediler. Bu insanlık suçlarına rağmen, bu saldırıların faillerinden hesap sorulamadığı gibi Bişkek Protokolü ile sağlanan ateşkes, adeta kalıcı bir statüye dönüştürülmeye çalışılmış, Birleşmiş Milletler’e bağlı AGİT Minsk Grubu’nun girişimleri de haksız işgale karşı Azerbaycan’a hiçbir kazanım sağlanamamıştır. Azerbaycan’ın haklılığını teyit eden birçok uluslararası karara rağmen maalesef işgalin barışçıl yollarla çözümlenmesi mümkün olmamıştır. Azerbaycan’ın haklılığını teyit eden kararların başında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin aldığı kararı gelmektedir. Bu karara göre ilk defa Ermenistan saldırgan bir devlet, Dağlık Karabağ yönetimi ise ayrılıkçı bir rejim olarak kabul edilmiştir. Ardından Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 822, 853, 874 ve 884 sayılı kararları, 14 Mart 2008 tarihli Azerbaycan’ın İşgal Edilmiş Topraklarının Durumuna ilişkin BM kararı ve Avrupa Parlamentosu’nun 1 Mayıs 2010 tarihli Avrupa Birliği’nin Güney Kafkasya stratejisinin uygulanması gerektiğine dair 2216 numaralı kararlar hep Azerbaycan’ın haklılığını teyit eden kararlardır” şeklinde konuştu.
“2020 Yılı Karabağ Türklüğü İçin Büyük Bir Zafer Yılı Olmuştur”
Geçmişten günümüze diplomatik olarak atılan adımların yetersiz kaldığını ve bölgedeki sorunu çözmeye yetmediğini ancak 2020 yılının Karabağ Türklüğü için zafer olduğunu belirten Prof. Dr. Ak, “Diplomatik olarak atılan adımlar yetersiz kalmış ve meselenin çözümünü geciktirmiş ve zorlaştırmıştır. Bununla birlikte, 2020 yılı Karabağ Türklüğü için büyük bir zafer yılı olmuştur. Ermenistan tarafından başlatılan saldırılara karşı Azerbaycan’ın yaptığı misillemeler harekâta dönüşmüş, Ekim ayı başında Şuşa’nın ele geçirilmesi, işgal altındaki toprakların kurtarılması yolunda büyük bir adım olmuştur. Nihayet 9 Kasım 2020’de Azerbaycan ve Ermenistan’ın imzaladığı antlaşmayla göre Dağlık Karabağ’ın Ermenistan tarafından işgal edilen Azerbaycan toprakları nihai olarak Azerbaycan’a devredilmiştir” dedi.
“Bu Kadim Türk Yurdu, Azerbaycan Türklerinin Geçmişte Olduğu Gibi Bugün de Yurtları Olmaya Devam Edecektir”
2020 savaşının Azerbaycan Türklerinin yıllar süren oyalamaya karşı vermiş oldukları haklı bir tepki olduğunu dile getiren Prof. Dr. Ak, “Bu kadim Türk yurdu, Azerbaycan Türkleri’nin geçmişte olduğu gibi bugün de yurtları olmaya devam edecektir. Türkiye savaşın başladığı andan itibaren Azerbaycan’ın yanında yer almıştır. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı Sayın İlham Aliyev’in hayata geçirdikleri söylem birliği doğrultusunda her iki ülkenin Dışişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı’nın strateji yönetimi ile bu zorlu süreç zaferle neticelenmiştir. Sayın Meclis Başkanımız Prof. Dr. Mustafa Şentop’un 19-20 Ekim 2020 tarihleri arasında Azerbaycan’a gerçekleştirdikleri ziyaret ve verdikleri mesajlar da “Tek Millet, İki Devlet” şuurunun en güzel nişanelerinden birini oluşturmuştur” dedi.
Prof. Dr. Ak, konuşmasını Meclis Başkanı Prof. Dr. Mustafa Şentop’a ve sempozyuma katılan akademisyenlere teşekkürlerini ileterek bitirdi.
“Türkiye'nin Şu Anda Üretmiş Olduğu Askeri İmkanlar, Teknoloji, Dünyada Çatışmaların, Savaşların Konseptini Değiştirecek Bir Potansiyel Barındırıyor”
İÜ Rektörü Prof. Dr. Ak’tan sonra konuşmalarını yapmak üzere TBMM Başkanı Mustafa Şentop söz aldı. "Güney Kafkasya'da Güç Dengeleri ve Karabağ Sorunu Sempozyumu”nda gündeme dair değerlendirmelerde de bulunan Prof. Dr. Şentop, "Aslında daha önce biraz kısmen Suriye'de, daha sonra Libya'da, ama daha çok Azerbaycan'daki Dağlık Karabağ'daki çatışmada çok net olarak ortaya çıktı ki Türkiye'nin şu anda üretmiş olduğu askeri imkânlar, teknoloji, dünyada çatışmaların, savaşların konseptini değiştirecek bir potansiyel barındırıyor içerisinde ve Azerbaycan'ın başarısında da bu imkânların, bu teknolojinin çok etkili olduğunu bütün dünya kabul etmiş durumda" dedi.
Doğu Akdeniz ile ilgili sempozyumu yapılmadan iki gün önce Azerbaycan ile Ermenistan arasında, Dağlık Karabağ nedeniyle çatışmaların başladığını anlatan Şentop, bugünkü sempozyumun ise çatışmaların sona erdiği, Azerbaycan'ın büyük bir zafer kazandığı bir sürecin sonrasında yapıldığına dikkati çekti.
Dağlık Karabağ sorununun 9 Kasım itibarıyla çözüldüğünü hatırlatan TBMM Başkanı Şentop, Güney Kafkasya'daki, Türkiye'nin etrafındaki bölgede yaşanan sorunlar ve dünyadaki çatışmaların henüz sonlanmadığının da altını çizdi. Aksine bu süreçte bazı sorunların daha da karmaşık hale gelerek devam ettiğini ifade eden Şentop, bugünkü sempozyumda ortaya çıkacak görüşleri de kitaplaştırarak, olayları daha yakından görme imkânı bulacaklarını dile getirdi.
“Tek Millet, İki Devlet”
Türkiye'nin, Azerbaycan'ın haklı davasında başından beri yanında olduğuna dikkati çeken Şentop, sözlerini şöyle sürdürdü: "Gerek ben Azerbaycan'ı bilhassa savaş hukukuna, çatışma hukukuna da aykırı, insanlık suçu mahiyetindeki saldırıların gerçekleştiği önemli merkezlerden birisi Gence'yi de ziyaret ettim. 19-20 Ekim'deki ziyarette desteğimizi fiilen de gösterdik. Dışişleri Bakanımız, Milli Savunma Bakanımız sürekli ziyaretlerini gerçekleştirdiler. Türkiye'nin Azerbaycan'ı bu haklı davasında desteklemesinin sebepleri, gerekçeleri var. Bunlardan birincisi, sürekli ifade ettiğimiz 'tek millet, iki devlet' anlayışı içerisinde birlik beraberliğimizin, dostluğumuzun ve kardeşliğimizin gereğiydi bu destek. Bu sadece bir slogandan ibaret değil, bir türkü sözü değil 'İki devlet tek millet' sözü. Bunun gereğini gerek Türkiye gerekse Azerbaycan her zaman mümkün olan, gerekli olan her ortamda ortaya koymuş ve somut olarak ifade etmişlerdir. Bizim uluslararası bazı toplantılarda Türkiye'den temsilcilerimizin bulunmadığı zamanlarda Türkiye'ye yönelik saldırılara, itirazlara, eleştirilere Azerbaycanlı temsilciler, akademisyenler, siyasetçiler orada bunları kendilerine yapılmış eleştiriler olarak addederek cevap vermişlerdir. Benzer bir şekilde Türkiye her ortamda, Azerbaycan'ın bulunmadığı yerlerde de ona olan desteğini net ve somut bir şekilde kendi meselesi olarak addederek sahip çıkmış ve gerekli cevapları da vermiştir. Bunu birçok ortamda gördük. Yine yakın şekilde zamanlarda Türkiye'nin uluslararası sorunlarında da Azerbaycan'ın net bir şekilde Türkiye'nin yanında durduğunu, bunu her ortamda ifade ettiğini, başta Sayın Aliyev olmak üzere müşahede ettik, gördük. Azerbaycan'a haklı desteğimizin birinci sebebi bu."
“Dağlık Karabağ Tarihen Azerbaycan'a Ait Bir Topraktır”
TBMM Başkanı Şentop, Dağlık Karabağ'ın tarihi bakımdan daima Azerbaycan toprağı sayıldığını vurgulayarak, şöyle devam etti: "Ne kadar geriye gidersek gidelim, İran ile Rusya arasında yapılan anlaşmadan sonra da 19. yüzyılın başlarında Dağlık Karabağ'ın Azerbaycan yönetiminde bir yer olduğu belirlenmiş ve fiilen de uygulamada o şekilde devam etmiştir. Daha sonra Sovyet döneminde hazırlanan anayasada da aynı şekilde Dağlık Karabağ'ın Azerbaycan'a ait bir yer olduğu bir yönetim birimi olduğu açık bir şekilde ifade edilmiştir. Sovyet döneminde de Dağlık Karabağ'ın hiçbir zaman Azerbaycan toprakları dışında bir yönetime sahip olacağına dair bir eğilim, bir uygulama, bir hukuki düzenleme söz konusu değildir. Bu bakımdan geriye dönüp baktığımızda Dağlık Karabağ tarihen Azerbaycan'a ait bir topraktır."
Şentop, hukuken de aynı durum ve haklılığın söz konusu olduğunu, bu konuda Birleşmiş Milletler'in Ermenistan'ın Azerbaycan topraklarında işgalci olduğuna dair 4 kararı bulunduğunu ifade etti. Şentop, AKPM'de buna ilişkin kararlar yer aldığını ve MINSK Grubu'nun yaklaşımının da bu yönde olduğunu anlattı.
Rusya'nın yaklaşımının da görüldüğünü hatırlatan Şentop, şöyle devam etti:
"Malum Ermenistan Rusya'yı kendi yanında bu çatışmaya dahil etmek için bazı hamleler yaptı. Rusya Devlet Başkanı Sayın Putin başta olmak üzere Rusyalı yetkililer çatışmaların Azerbaycan topraklarında gerçekleştiğini, dolayısıyla savunma anlaşmalarının sadece Ermenistan'a bir saldırı olduğu takdirde yürürlüğe gireceğini, bu çatışmada savunma anlaşmaları kapsamı dışında bir durumun olduğunu çok net bir şekilde ifade ettiler. Dolaylı olarak yine hukuken Dağlık Karabağ'ın Azerbaycan toprakları içinde bir yer olduğunu ifade etmek, kabul etmek anlamına geliyordu. Bu bakımdan Türkiye'nin Azerbaycan'a desteğinin ikinci en önemli unsuru, Azerbaycan hem tarihen hem hukuken hem uluslararası hukuk bağlamında haklı bir davanın içerisinde ve Türkiye de dünyadaki nerede olursa olsun bütün ihtilaflarda, çatışmalarda haklı olanın yanında yer almayı bir prensip, bir şiar olarak addetmektedir."
“Ermenistan, Rusya ve Türkiye'yi Çatışmanın İçine Çekmek İstedi”
Şentop, Ermenistan'ın sadece Dağlık Karabağ'da değil, tutumu nedeniyle aynı zamanda bölgedeki bütün ülkelerin durumunu etkileyecek, güvenliğini ve barışını etkileyecek saldırgan bir tutum içerisinde olduğunu kaydetti. Ermenistan'ın bu tutumunu Azerbaycan topraklarında yaptığı saldırıyla da gösterdiğini, Rusya'yı da çatışmanın içine çekmek için gayret gösterdiğini belirten Şentop, "Nahçıvan'a yapmış olduğu saldırılar sebebiyle Türkiye'yi bir şekilde bu çatışmanın içerisine çekmeye yönelik tavırları, tutumları sebebiyle aslında bölge barışı için de bir risk olduğunu, bir tehdit olduğunu açık bir şekilde göstermiştir" dedi.
TBMM Başkanı Şentop, Türkiye'nin bir taraftan Azerbaycan'ın yanında yer alırken bir taraftan da geniş planda bölge barışının devamı yönünde kararlılığıyla da bu süreçte Azerbaycan’ı desteklediğini bildirdi.
Türkiye'nin Azerbaycan ile olan anlaşmaları ve sahip olduğu teknolojik imkânlarla üretmiş olduğu lojistik imkânları da sunduğunu dile getiren Şentop, "Aslında daha önce biraz kısmen Suriye'de, daha sonra Libya'da, ama daha çok Azerbaycan'daki Dağlık Karabağ'daki çatışmada çok net olarak ortaya çıktı ki Türkiye'nin şu anda üretmiş olduğu askeri imkânlar, teknoloji, dünyada çatışmaların, savaşların konseptini değiştirecek bir potansiyel barındırıyor içerisinde ve Azerbaycan'ın başarısında da bu imkânların, bu teknolojinin çok etkili olduğunu bütün dünya kabul etmiş durumda" ifadelerini kullandı.
“Gücünüzün Gölgesi Masaya Düşmedikçe Müzakerelerde Başarı Sağlayamazsınız”
Henry Kissinger'in, "Gücünüzün gölgesi masaya düşmedikçe müzakerelerde başarı sağlayamazsınız." sözünü hatırlatan Şentop, "30 yıldır hep masada devam eden ama bir sonuca ulaşmayan müzakereler, nihayetinde Azerbaycan'ın gücü masaya düştükten sonra bir sonuca ulaşmıştır, ulaştırılabilmiştir" dedi.
Açılış konuşmalarının ardından sırasıyla: ‘Tarihsel Perspektifte Nahçıvan Koridoru’, ‘Küresel Jeopolitik ve Türkiye’, ‘Türk Dış Politikasında Yeni Açılımlar’ , ‘Ermenilerin Tarihsel Kin ve Nefret Söylemlerinin Güney Kafkasya Politiğine Etkisi’ başlıklarıyla açılış oturumu gerçekleştirildi. Açılış oturumunun ardından 1. Oturum, ‘Tarihten Günümüze Güney Kafkasya ve Karabağ’, ‘Dağlık Karabağ Muhtar Vilayetinin Kurulması ve Sovyetler Birliği Dönemindeki Durumu’, ‘SSCB Sonrası Karabağ Sorunu’ ve ‘Güney Kafkasya’da Potansiyel Bir Tehdit: Cehaveti İkinci Bir Dağlık Karabağ Olur mu?’ başlıklarıyla tamamlandı.